Kederli yazılar okuyorum her yerde. Kederden kefen dikmiş, ölmeden
üzerlerine giymiş bir sürü insan var orda, burda. Her satırları üzüntü
kusuyor. Yağmurun yalnızlığından yakınıyorlar. Uzakların özleminden
bahsediyorlar. Onlarca edebi bahaneye bıkmadan atıfta bulunuyorlar.
Notaların kalplerine uğramadığını iddia edip ağlamaklı kelimeleri
seçiyorlar genelde. Kederli olmayı sonuç sanıyorlar. Yazarlarının
gözyaşlarını her mastürbasyonlarında görebilirsiniz. Siyah beyaz
resimleri vardır, her daim hazır, romantik senaryolardan araklanmış.
Acıyı daha kolay betimlemek için parmaklarına kırmızıbiber sürenlerini
bile duydum. Kederlerinin sevilmesini, paylaşılmasını isterler.
Duygularına tecavüz eden anıları yaşamaktan, mazoşistçe keyif alırlar.
Öküzün boynuzunda dönen dünyada, boynuzun ucu onların kıçlarına denk
gelmiştir. Keder anakarayken, mutluluk ıssız adadır onların dünyasında.
Keder bağımlısı olduklarında çok geçtir artık. Üşenmeden onca
yazmalarının nedeni, başkasına bulaştırmaktır kederlerini. Sanatçı
kısmısı, “albüm yapmak için acılarımın birikmesini beklerim” der, blogcu
kısmısı “kelimelerim kalbimden çıkarken tele takılmıştır, kanaması
bundandır” dediğini sanır ama kelimeler biz bağırsaktan selam getirdik
ey ahali der, bağıra çağıra. Acı çekilmeyen ütopik bir dünyada
yaşadığımı iddia etmeyeceğim. Acıklı olanın bu kadar üzerine gitmem iç
seslerini dinlemektense, iç seslerini yönetmek istemelerinden kaynaklı.
Geçmişe yenilmelerinden. Salgın hastalık gibi yayılmalarından ve
doyumsuz keder isteklerini frenleyememelerinden. Yarısı boş olan
bardağın içinde boğulma tehlikesi geçirmektense, mutluluk saçın etrafa,
güzellik katın yaşama, sonra nasıl olsa o güzellik gelip yine bulur
sizi. Üşenmeyin, keder romanınızın tek bir harfini bile değiştirseniz,
tüm dünya değişir.
14.05.2012
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)